4 Ekim 2015 Pazar

EPİFİZ BEZİ GİZEMİ

Bilim adamları yüzyıllardır epifiz bezi tarafından şaşırtıldılar. Beyin ve merkezi sinir sistemi ve endokrin sistemi anatomi uzmanları, fizyologlar ve biyokimyacılar tarafından artan bir şekilde çözülürken, epifiz bezi sırlarını vermeyi kararlılıkla reddetti. Son zamanlara kadar bilimsel topluluk epifiz bezini insanlarda işlevi olmayan bir şey, evrimin erken aşamalarından kalan işlevini kaybetmiş bir kalıntı olarak gördü. Ancak, son bir kaç yılda tamamıyla gizemli epifizin sırlarını ortaya çıkarmaya adanan, sayısı ondan az olmayan ulusal ve uluslararası konferanslar tüm dünyada yapılınca, bu beze ilgi doruğa ulaştı.
Yeri ve Tanımı
Fiziksel olarak, epifiz belki de bedenin en küçük organıdır. Bu kadar minik bir yapı nadiren bu kadar çok merak ve şamataya neden olmuştur. Epifiz yaklaşık6,35 mmgenişliğinde, yaklaşık 100 miligram ağırlığında, çam kozalağına benzeyen minik gri beyaz yapıdadır. Beyinde başın ve boynun birleştiği yerde, direkt olarak beyinde omurga kordonunun tepesinde bulunur. Kaşların arasındaki nokta ile direkt olarak aynı çizgide, beynin üçüncü karıncığının (akışkan dolu kanal) çatısına bağlıdır. Hipofiz bezi haricinde, iki taraflı simetrik olmayan, orta çizginin sağında bulunan beyindeki tek yapıdır. Bu, bu iki bezin haricinde, beynin iki yarıküresinin önden arkaya tam ortadan kesildiğinde birbirinin ayna resimleri olduğu anlamına gelir, her bir yapı kopyalanmıştır.
 
Epifiz bezinin tarihini günümüze dek izlemek ilginçtir. Kadim insanlar bu minik yapıya büyük önem verdiler. M.Ö. 4 ncü  yüzyılda Yunanlı anatomi uzmanı Herophilis bu beze ‘düşünce akışını düzenleyen büzücü kas’ adını verdi. Bu, onun epifizin zihinsel ve fiziksel alemler arasında bir güç çevirici (dönüştürücü) olarak işlev yaptığının çok iyi farkında olduğunu ileri sürüyor. Erken Latin anatomi uzmanları epifize ‘master bez’ adını verdiler, bu onların epifizin hipofiz dahil endokrin sistemi üzerinde yüksek bir kontrol uyguladığını bildiklerini gösteriyor. Çok yakın zamanlara kadar, modern endokrinologlar hipofizin bedenin tüm diğer endokrin bezlerini en fazla kontrol eden bez olduğunu düşünüyorlardı. Latinler ‘glandula inferior – alt seviyedeki bez’ adını verdikleri hipofiz ile ayırt etmek için epifize ‘glandula superior – üstün bez’ adını verdiler. 1958’e kadar modern araştırmacılar epifizin bez yapısında olduğunu kesin olarak kanıtlamak için epifizden melatonin ayırıncaya kadar o bez olarak düşünülmese de, Latinler epifizin açıkça ‘bez’ olduğunu belirlediler.
1886’da iki mikro anatomi uzmanı, H.W. De Graff ve E. Baldwin Spencer, birbirlerinden bağımsız olarak epifizin, küresel bir lens ile dolu içsel bir odayı çevreleyen pigmentli retina hücreleri olan dışsal gözlerin tüm önemli özelliklerin e sahip olan dumura uğramış bir göz olduğunu keşfetti. Daha sonraki araştırma bezin aslında hem direkt olarak hem de dışsal gözden gelen sinir yolları vasıtasıyla çevresel ışığa tepkiler verdiğini kanıtladı. (*1) Hindistan’ın yoga metinlerinin ve çağlar boyunca mistik geleneklerin epifize değinirken ‘sezginin gözü’ ve ‘üçüncü göz’ olarak bahsetmeleri tesadüfün ötesindedir.
Son yıllarda, iki hormon, melatonin ve serotonin epifizden ayırıldı. Melatonin hormonu (Yunanca karanlık, sıkıştıran) 1958’de Yale Tıp Okulunda (ABD) çalışan Amerikalı dermatolog Aaron B. Learner tarafından ayırıldı. Bu maddenin bazı kurbağaların ve balıkların değişen çevresel ışık şartlarına ve ayrıca öfke ve korku gibi duygusal hallerdeki değişimlere tepki olarak renk değiştirme yeteneklerinden sorumlu olduğu keşfedildi. Bunun ardından insan varlıklarında ergenlik başlangıcında ve devam eden cinsel gelişimde çok önemli rol oynadığı keşfedildi. Epifiz bezinin büyüklüğünün ve işlevsel kapasitesinin, çocuklar ergenliğe girerken azaldığı bulundu. Bezin cinsel gelişimin başlangıcını geri tuttuğu görülüyor, epifiz tarafından bu kontrolün bırakılması hipofizin cinsel hormonları salıvermesi için uyarıcıdır, bu da erkek ve kadınlarda üreme sistemlerinin uyanışını getiriyor ve hayattaki cinsel rolün benimsenmesini hızlandırıyor.
Epifizden ayırılan ikinci hormon serotonindir. Yale Üniversitesinde psikiyatr olan Daniel Freeman beyin dokularından bu maddeyi ayırdı, en büyük konsantrasyonu epifizde ve beynin orta kısmının çekirdeğinin rafe hücrelerinin yakınında buldu. Rafe hücreleri uzun uzantılar veya aksonlar vasıtasıyla beynin diğer bölgelerine hormon dağıtımından sorumlu iken, epifizin beynin serotonin rezaervuarı olduğu görülüyor. Bu aksonlar beynin bir çok bölgesine ulaşıyor ve o bölgelerdeki diğer hücrelerin ateşlenmesini kontrol ediyor.
Epifiz bilmecesine bir sonraki katkı Ulusal Sağlık Enstitüsü’ndeki (ABD) iki çalışan Axelrod ve Weissbach, serotoninin melatoninin öncülü olduğunu keşfettikleri zaman geldi. Onlar epifiz bezinde basit bir kimyasal yolla melatoninin serotoninden üretildiğini buldular.
Lysergic acid diethylamide (LSD -25)’in tesadüfen keşfinden kısa bir süre sonra, serotoninin merkezi rolü belirlendi. Bu maddenin çok az miktarının bilinçte derin değişimlere neden olduğu bulundu, bu değişimler derinden hissedilen dini ve mistik deneyimlerden paranoya ve şizofreniye kadar değişiyor. LSD-25 molekülünün yapısal olarak serotonin molekülüne çok benzer olduğu keşfedildi, öyle ki serotoninin normal şekilde davrandığı alıcı bölgeleri işgal ederek beyindeki serotonin eylemlerini kışkırtabiliyor veya bloke edebiliyor. Edinburg Üniversitesinden Gaddum, LSD-25 tarafından başlatılan bilinçteki değişimlerin o ilacın beyin dokularındaki direkt etkisinden dolayı olmadığını, LSD-25’in serotoninin eylem yaptığı bölgeleri bloke ederek beyni serotoninden yoksun bıraktığı için gerçekleştiğini keşfetti.
Bu, beynin serotonin seviyelerinin akılcı düşünmeyi sürdürmekten sorumlu olduğu ve LSD-25 tarafından başlatıldığı gibi beyindeki serotonin konsantrasyonunun ‘normal gerçekliğin’ menteşelerinin sökülmesinden sorumlu olduğu anlamına geliyor.
Bu, epifiz bezinin bilincin değişmiş hallerinin kimyasını düzenleyen fiziksel ortam olduğu anlamına geliyor. Ayrıca, cinsel kimliğimizin ve bilinç durumumuzun birbirleriyle yakından ilişkili olduğu görünüyor. İnsanın dünyevi, günlük bilinç haline hapsolduğu açıktır. Zincirlerle bağlanmış veya demir parmaklıkların ardındaki mahpustan çok daha etkili kilitlenmiştir. Hapse atılmış bir mahkum sadece bedeninin mahpusluğunu deneyimler ve durumunun çok farkındadır. Ama, insan varlığı çok daha etkili şekilde sınırlı ve bağlıdır. Bilinci hapis tutulmaktadır. O kadar etkili koşum takılmıştır ki, yüksek farkındalığın ve deneyimin olasılığını bile algılayamaz. İçinde sonsuz olduğu gerçekliğin algılanmasını önleyen iplerin, kendi beyin dokularındaki serotonin seviyelerinde olduğu görülüyor!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder